4 Kasım 2010 Perşembe

If You Forget Me

I want you to know
one thing.

You know how this is:
if I look
at the crystal moon, at the red branch
of the slow autumn at my window,
if I touch
near the fire
the impalpable ash
or the wrinkled body of the log,
everything carries me to you,
as if everything that exists,
aromas, light, metals,
were little boats
that sail
toward those isles of yours that wait for me.

Well, now,
if little by little you stop loving me
I shall stop loving you little by little.

If suddenly
you forget me
do not look for me,
for I shall already have forgotten you.

If you think it long and mad,
the wind of banners
that passes through my life,
and you decide
to leave me at the shore
of the heart where I have roots,
remember
that on that day,
at that hour,
I shall lift my arms
and my roots will set off
to seek another land.

But
if each day,
each hour,
you feel that you are destined for me
with implacable sweetness,
if each day a flower
climbs up to your lips to seek me,
ah my love, ah my own,
in me all that fire is repeated,
in me nothing is extinguished or forgotten,
my love feeds on your love, beloved,
and as long as you live it will be in your arms
without leaving mine.

26 Ekim 2010 Salı

Yes I have a broken heart.

Though I have a broken heart
I'm too busy to be heartbroken
There's a lot of things that need to be done
Lord I have a broken heart

Though I have a broken dream
I'm too busy to be dreaming of you
There's a lot of things that I gotta do
Lord I have a broken dream

And I'm wasted all the time
I've gotta drink you right off of my mind
I've been told that this will heal given time
Lord I have a broken heart

And I'm crying all the time
I have to keep it covered up with a smile
And I'll keep on moving on for a while
Lord I have a broken heart.

Evet yaklaşık 3 saat sonra yine her zamanki gibi; sanki bu kadar üzülmemiş, ağlamamış, her geçen gün eklenen yeni bir hayal kırıklığıyla baş etmek zorunda değilmişim gibi kalkıp işe gitmeliyim. Önce yataktan kalkmalı, yüzümü yıkamalı, yüz kremimi sürmeli, sonra saçımı taramalı ve makyaj yapmalıyım. Ağlamaktan şişen ve yorgunluktan moraran gözlerimi "insan" gözüne benzesinler diye kapatıcı ve kalemlerle sarıp sarmalamalıyım ( özellikle bugün ). Sonra dolabımın önünde durup, gün içinde verdiğim en basit ve kafa yormayan kararı vererek giyecek birşeyler seçmeliyim. Sen uyurken.

Ben uykumun en güzel anlarını yalnız uyuyorum.Sen en güzel yazılarını hep yalnızken yazıyorsun.Ben en çok beni yalnız bıraktığında ağlıyorum ve sanırım biz ayrı ayrı yalnızlığa sürükleniyoruz.1,5 ay sonra içine düşeceğim o kocaman yalnızlıktan bahsetmiyorum bile. Sabah uyandığımda sen olmayacaksın, akşam eve geldiğimde olmayacaksın. Ağladığımda, güldüğümde, televizyon izlediğimde olmayacaksın.Soğuk bir Şubat sabahı mesela, pencereye başımı dayayıp beni ilk öptüğün o pencere önünü düşündüğümde yanımda olmayacaksın.

Bugün sana insanlara hayır demeyi bilmediğini söylediğimde, bunun bana dönüp geleceğini bilmiyordum. Sadece neye, neden bu kadar kızgınlık? Ben niye uzatamıyorum kırgınlıklarımı peki? Neden bugün seni görmek istemiyorum demiyorum, diyemiyorum? Neden ben senin gibi hissedemiyorum? Neden benim karşıma dikildiğin ve "çık" dediğindeki kararlılık bende yok?

Ne düşünmem ve ne hissetmem gerektiğini biri bana söylesin lütfen. Hatta bu sen ol. Her zaman yaptığın o uzun ve her birinin üzerinde düşünülmüş cümlelelerinden kur bana. Bu aralar bana ne yeni bir kitap, ne müzik ne de dünyadan bir haber ver. Hani sana seni anlatmışlar ya geçen, sen de bana beni anlat. Bana nasıl hissetmem gerektiğini anlat. Ama tek ricam kızgınlık ve kırgınlığı unuttur bana. O kadar kırılıyorum ki bu aralar. Un ufak oluyorum. Nasıl kararlı ve sakin ve hatta sabırlı olacağımdan bahsedelim mesela. Kavga ettiğimiz zaman hiç bir şeyi zamana bırakamıyorum ben çünkü. Hemen çözülsün sorun istiyorum. Konuşalım, ağlayalım, bağıralım bitsin gitsin...

Sanırım önümüzde ki aylarda edemeyeceğimiz kavgalarımızı da aradan çıkarıyoruz bu aralar. Bu 2009-2010 ne kadar da zor geçti bizim için ama hala yan yanayız bak
( biz yan yana, yana yana… yana yana! ). biraz yalnızız ama olsun...

24 Ekim 2010 Pazar

Yazmaya oturuyorum, sonra kalkıyorum. Yazıyorum, siliyorum. Yarın 7 de kalkıp işe gitmeliyim ve 4 saat boyunca o kadar öğrencinin önünde şov yapmalıyım. Evet yaptığım bu. Öğretmenlik mesleğinin en kötü yanı ne deseler şöyle anlatırım: Mesela saat gecenin 03.09'u ve sen hala uyumamışsın. Bomboksun işte. Hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığını ve her görüneninde gerçek olmadığını biliyorsun, ama bunu düşünüp sakinleşecek bir saat değil işte. Ve ertesi gün, sabah 7 de kalkıp işe gitmek değil sorun. Sorun, işe gidip kimseye bulaşmadan, sessizce kendi kendine çalışıp; bir taraftan da kendi kendini yiyebileceğin bir işinin olmaması. Surat asıp oturamayacak olmak, sana bakan 25 çift gözü,seni dinleyen 25 çift kulağı hesaba katarak salak salak espilerle ders anlatmaya çalışmak.Halbuki cidden kimseye gülmek istemiyorum ben yarın, kimseyle konuşmak istemiyorum.Acaba anladılar mı diye örnek bulup düşünmek istemiyorum, kafamı patlatmak istemiyorum işte. Öle kös kös oturayım yeter.

Benim eve gelmediğim geceler boyunca seni ne kadar üzdüğümü düşünüp o kadar utandım ki.Şimdiyse ben son zamanlarda senin hayatında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum ve uyuyamıyorum. 4 yılın sonuna geliyoruz. Yoruldun mu yoksa? Tek düze mi oldu herşey? Evet bazen öle, ama bazen de hala ilk günkü gibi heyecanlıyım gelecek için. Hayatın getirdiklerine uyum sağlamaya çabalarken, sahip olduğun "sevgiyi" korumak ne kadar zormuş. Biz koruyabiliyor muyuz sence? Başaramazsak neler olacağını hiç düşündün mü? Ben düşündüğümde boşluğa düşüyorum. "Anlamsızmış yahu herşey, vay be" diyesim geliyor. Çünkü o güzel şey nasıl bitebilir ki, neden kıymeti bilinmez ya da neden ilk gün aldığımızda kenarları kıvrılmasın diye uğraştığımız, ama sonra çantamızın içinde ağzına sıçılan bir kitap olur çıkar..

Neden kitaplığındaki o büyülü the SANDMAN kitaplarının arasında saklamıyorsun bizi de?

Ve neden Dream Prince bu gece bana uyku tozundan dökmüyor biraz?

20 Ekim 2010 Çarşamba

...

On a bridge across the Severn on a saturday night,
Susie meets the man of her dreams.
He says that he got in trouble and if she doesn't mind
He doesn't want the company
But there's something in the air
They share a look in silence and everything is understood
Susie grabs her man and puts a grip on his hand as the rain puts a tear in his eye.

SHE SAYS:

Don't let go
Never give up, it's such a wonderful life


Driving through the city to the temple station,
Cries into the leather seat
And Susie knows the baby was a family man,
But the world has got him down on his knees

So she throws him at the wall and kisses burn like fire,
And suddenly he starts to believe
He takes her in his arms and he doesn't know why,
But he thinks that he begins to see

SHE SAYS:

Don't let go
Never give up, it's such a wonderful life.

13 Ağustos 2010 Cuma

12 Ağustos 2010 Perşembe



İnat olmak sevdiğim bir huy değil. Her inatlaşmanın ardında, bencillik yatar çünkü. Empatinin yanından son hızla geçer de gider inat. Kendi başına, kendi hayallerinle ve sadece kendini anlayabildiğin bir dünyayla bırakıverir seni. Sence de çok tehlikeli değil mi?

İnat olmaktan daha kötü olan ne bilmek isteyen var mı? Ben biliyorum, ama söylemem.

İnanılmaz baş ağrıları çekiyorum bugünlerde. Havalardan mı acaba? Migrenimde olabilir, sinirselde olabilir. Beni zor zamanlarımda yalnız bırakmamalısın. Artık anlamak istemiyorum kimseyi. Kendimi anlatmayı ise hiç mi hiç istemiyorum. Ama biliyorum ki birşeyler kopucak o zaman. İlmekleri kaçmış bir kazak gibi olucak herşey. Nolur çok yoruldum artık.

Zor geçen bir yıl bu yıl. Mutluydum ama yine de. "dum" ama.


Değişmek istiyorum sanırım.

Ben kendimden çok sıkıldım.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

SANDMAN



dream boy: Do you know what dreams are made of, Rosemary Kelly?
Rosemary: Made of? They are just dreams..
dream boy:NO! They aren't.

People
think
dreams
aren't
real

because

they
aren't
made
of
matter,
of particles.

Dreams
are real.

But

they
are
made
of
VIEWPOINTS,
of
IMAGES,
of
MEMORIES

and

puns
and

lost hopes...