7 Haziran 2010 Pazartesi

Olur bazen öle..

Hayat böyle akıp giderken, her gün aynı sabaha uyanırken, her gün aynı sokaklarda yürürken ve her gün aynı yüzleri görürken; işte o sırada, tam da o sırada kafana bir taş düşer..."Yok yahu, herşey bu kadar farklı mıydı?" dersin kendi kendine.Bu soruyu sorarsın; çünkü gözün açılmıştır artık. Sen farklısındır, kuşlar farklıdır, manavcı farklıdır, yatağın farklıdır, adım atışın, kaşını kaldırışın veyahut çatalı tutuşun bile farklıdır.Niyedir, nedendir bilemezsin. O taşın düşüşüne sebep sen misindir? Yoksa o taşın düşüşü kaçınılmaz mıdır? Kaçınılmaz olan şeyi değiştirmek mümkün müdür? Mümkünse değiştirmeyi ister misin? Bunlar görünmez şekilde birbirine bağlanmış sorulardır.Havada uçuşurlar sana görünmeden ve gizlice aklının köşelerine sızarlar her nefesinde...Olur bazen öle..

2 Haziran 2010 Çarşamba

Bir tek ben miyim böyle yaşayan?

açlık

çok kez aç kaldım
ama şu anda özellikle
New York'ta çektiğim açlığı
düşünüyorum.
hava yeni kararmıştı,
bir restoranın
vitrin camının önünde
duruyordum.
fırında yeni kızartılmış bir domuz
vardı vitrinde,
gözleri oyulmuş,
ağzında bir elma.
zavallı lanet domuz.
zavallı lanet ben.
domuzun arkasında,
içerde,
masalara oturmuş
konuşan,yiyen,içen
insanlar vardı.
ben o insanlardan biri değildim.
domuza daha yakın hissediyordum kendimi.
yanlış zamanda
yanlış yerde
yakalanmıştık.
kendimi o vitrinde hayal ettim,
gözleri oyulmuş, nar gibi kızarmışım,
ağzımda elma.
sıkı bir kalabalık birikirdi herhalde.
" hey, amma sıska bu! "
" kolları çok zayıf! "
" kaburgaları sayılıyor! "
uzaklaştım vitrinden.
odamın yolunu tuttum.
bir odam vardı hala.
odama giderken tahmin yürüttüm:
kağıt yiyebilir miydim?
gazete kağıdı?
karafatma?
bir fare yakalayabilirdim belki?
çiğ fare.
kürkünü yüz,
bağırsaklarını çıkar.
başını ve kuyruğunu kes.


hayır, korkunç bir
fare hastalığı kapabilirdim!


yürüyordum.
o kadar açtım ki ne olsa
yiyebilirdim:
insan, itfaiye vanası,asfalt,
kol saati...
kemerim, gömleğim.


binaya girip
odama gitmek için
merdivenden yukarı çıktım.

iskemleye oturdum.
ışığı açmadım.
orada oturup
aklımı kaçırıp kaçırmadığımı
düşündüm,
çünkü kendime yardım etmek
için hiçbir şey yapmıyordum.
o anda açlık kesildi,
öylece oturdum orada.
sonra sesleri duydum:
yan odada iki kişi
sevişiyordu.
yayların gıcırtısını
ve inlemeleri duyabiliyordum.


kalktım, odadan
çıkıp sokağa döndüm yine.
ama farklı yöne
yürüdüm bu kez,
vitrindeki o domuzdan
uzağa.
ama düşündüm domuzu
ve o domuzu yemektense açlıktan
ölmeyi yeğleyeceğime karar
verdim.


yağmur başladı.
başımı kaldırdım.
ağzımı açıp yağmur damlalarını
yuttum...gökten çorba...

" hey, şuna bak! "
dediğini duydum birinin.


aptal orospu çocukları, diye geçirdim içimden,
aptal orospu
çocukları!


ağzımı kapatıp
yürümeye devam ettim.

CHARLES BUKOWSKI