24 Ekim 2010 Pazar

Yazmaya oturuyorum, sonra kalkıyorum. Yazıyorum, siliyorum. Yarın 7 de kalkıp işe gitmeliyim ve 4 saat boyunca o kadar öğrencinin önünde şov yapmalıyım. Evet yaptığım bu. Öğretmenlik mesleğinin en kötü yanı ne deseler şöyle anlatırım: Mesela saat gecenin 03.09'u ve sen hala uyumamışsın. Bomboksun işte. Hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığını ve her görüneninde gerçek olmadığını biliyorsun, ama bunu düşünüp sakinleşecek bir saat değil işte. Ve ertesi gün, sabah 7 de kalkıp işe gitmek değil sorun. Sorun, işe gidip kimseye bulaşmadan, sessizce kendi kendine çalışıp; bir taraftan da kendi kendini yiyebileceğin bir işinin olmaması. Surat asıp oturamayacak olmak, sana bakan 25 çift gözü,seni dinleyen 25 çift kulağı hesaba katarak salak salak espilerle ders anlatmaya çalışmak.Halbuki cidden kimseye gülmek istemiyorum ben yarın, kimseyle konuşmak istemiyorum.Acaba anladılar mı diye örnek bulup düşünmek istemiyorum, kafamı patlatmak istemiyorum işte. Öle kös kös oturayım yeter.

Benim eve gelmediğim geceler boyunca seni ne kadar üzdüğümü düşünüp o kadar utandım ki.Şimdiyse ben son zamanlarda senin hayatında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum ve uyuyamıyorum. 4 yılın sonuna geliyoruz. Yoruldun mu yoksa? Tek düze mi oldu herşey? Evet bazen öle, ama bazen de hala ilk günkü gibi heyecanlıyım gelecek için. Hayatın getirdiklerine uyum sağlamaya çabalarken, sahip olduğun "sevgiyi" korumak ne kadar zormuş. Biz koruyabiliyor muyuz sence? Başaramazsak neler olacağını hiç düşündün mü? Ben düşündüğümde boşluğa düşüyorum. "Anlamsızmış yahu herşey, vay be" diyesim geliyor. Çünkü o güzel şey nasıl bitebilir ki, neden kıymeti bilinmez ya da neden ilk gün aldığımızda kenarları kıvrılmasın diye uğraştığımız, ama sonra çantamızın içinde ağzına sıçılan bir kitap olur çıkar..

Neden kitaplığındaki o büyülü the SANDMAN kitaplarının arasında saklamıyorsun bizi de?

Ve neden Dream Prince bu gece bana uyku tozundan dökmüyor biraz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder